BABAM, OZAN İBRETİ HAKKINDA DÜŞÜNDÜKLERİM ve ŞAHİT OLDUKLARIM
Babam olan İbreti ‘nin kişiliğini, düşünce ufkunu, felsefesini layıkıyla tarif etme yeteneğini kendimde görmemekle birlikte onun hayatının bir bölümünün yakın bir şahidi olarak becerebildiğim kadar bazı yönlerini bu kitabı okuyan dostlara iletebilirsem kendimi mutlu ve bahtiyar hissedeceğim. Üç yaşından itibaren, öksüz kalmanın ezikliğiyle büyüyen İbreti, dar bir ekonomik ortamda büyüyor. Kendisi iş yapacak bir yaşa gelince de elinde maddi bir olanak olmadığı için devamlı bir geçim kaynağı arayışı içinde bulunuyor. Bundan dolayı yaşadığı kırsal kesimdeki gereksinmelere yönelik sanatını değiştirme ihtiyacı duyuyor. Ayakkabı tamirciliğiyle başlayan yaşam mücadelesi ayakkabı imalatı, terzilik, diş çekimi, saz yapımcılığı, madencilik ve nihayet fotografçılıkla devam ediyor. Bütün bu sanatlarını icra ederken de okumaya aşırı merakı, incelemeye düşkünlüğü sayesinde bilgi dağarcığını hergün biraz daha doldurarak ve duygularını devamlı besleyerek yukarıdaki sanatlarına şairlik gibi yüce bir özelliği de katıyor. Bütün bunların yanında saz çalmayı, yazdığı şiirleri saz eşliğinde söylemeyi de sürdürerek ozanlık görevini de yerine getiriyor. Ve diyor ki :
Ozanım elimde sazım
Gerçeklere ayak tozum
Sanma beni kitapsızım
Canlı kitap özüm benim
Yaşadığımız Sarız ilçesinin küçük ve kırsal bir ilçe olması dolayısıyla yediden yetmişe insanlar birbirlerini tanır. Asırlardan beri Sünni, Alevi içiçe yaşar. İlçemizin meşhur bir Baki Hocası (Baki Akpınar) vardı. Baki Hoca tanıdığım zaman seksen yaşını geçkin bir zattı. Yüz yaşına yakın bir ömür sürdü. Hocalığa o kadar gönül vermişti ki oğullarınıda hoca olarak yetiştirip görevini yaşlanınca onlara devretmişti. İlçemizin tek camisinin yegane müftüsü, hocası, müezzini Baki Hocaydı. Birisinin dini yönden bir müşkülatı olursa danışacağı tek kişiydi. Babamın muhabbete düşkünlüğünden dolayı evimiz her akşam sazlı sözlü toplantılara sahne olurdu. Misafirsiz gecelerimiz pek enderdi. Bir araya gelen bilhassa orta yaşın üzerindeki insanlar çeşitli konular üzerinde sohbet ederler, saz çalmasını bilenler gelmiş geçmiş aşıkların deyişlerini söyler, hoş vakit geçirirlerdi. Bu toplantılardan dolayıdır ki Baki Hoca, babamı oradaki Alevilerin lideri kabul ederdi. Babamın yanına iki üç günde bir gelerek bir sohbet konusu açardı. Her defasında da “İbreti, ben seni çok severim. Seninde cennete girmeni istiyorum. Sen camiye gelsen, namaz kılsan Aleviler de seni örnek alır, onlar da gelir. Dolayısıyla ben büyük sevaba girer cennete mutlak girerim. Sen de vereceğimiz dükkan, tarla gibi mülkler sayesinde maddi zorluklardan kurtulursun.” derdi. Babam da hayali bir cennete inanmadığını, cennetin de cehennemin de bu dünyada olduğuna inandığını söyleyerek bazı şiirlerini okur, sohber böyle devam ederdi.
O cennet hep olsun sana
Kederlenme benden yana
Cehennem kâr etmez bana
Cennet benim, ben insanım
Birgün babamın terzilik yaptığı bir sırada Baki Hoca selam vererek içeriye girdi. “Bu terziliği yapıyorsun ama terzilerin pirinin kim olduğunu biliyor musun ? ” diye sordu. Babam ” Terzilerin piri İdris peygamberdir.” dedi. Baki Hoca ” Sen zaten bilirsin. Bunu da bildin.” dedi. Bu defa babam sordu. ” Hocam, çoktandır soracaktım; bir türlü soramadım. Acaba bu davulun piri kimdir ?” dedi. Hoca “Davulun piri Şeytandır.” dedi. Babam “Hocam yanılmıyorsun, değil mi?” Hoca “Bunun hakkında ayet var. Allaha inanmış gibi inan ki davulun piri Şeytan ‘dır “dedi. Babam başka konuşmalarla Hocaya davul konusunu unutturduktan sonra “Hocam, bir insan şeytana uyarsa ne olur ?” şeklinde bir soru yöneltti. Hoca ” Bir insan Şeytan ‘a uyarsa Allah yolunda sapar, dinden çıkar ve kâfir olur.”dedi. Babam ” Hocam, siz davulun sesiyle sahura kalkıp oruç tutuyorsunuz. O zaman şeytana uymuş olmuyor musunuz ?” dedi. Bu sözü duyan Hoca kendi fetvasının tuzağına düşmüş olacak ki çok hiddetlendi ve “Ne sen öldün ki ben senden kurtulayım, ne ben öldüm ki sen benden kurtulasın.” diyerek orayı terketti. Ben babama dedim ki: ” Artık Hoca küstü; bir daha yanına gelmez.” Babam “Hayır, Hoca gerçekleri duyduğu yere gelir.” dedi. Nitekim üç dört gün sonra hiçbir şey olmamış gibi yine geldi. Bu defa babam sordu: “Hocam, Cenabı Allah insandan üstün hiçbir şey yarattı mı ?.” Hoca “Hayır, Cenabı Allah insandan üstün hiçbir şey yaratmadı. Meleklere dahi insana secde etmesini emretti. Şeytan da bir melekti. O bu emre karşı geldi. Sen insanı topraktan yarattın; beni ise ateşten yarattın. Ben insana secde etmem dedi ve cenabı Allah onu ebediyen lanetledi.” dedi. Babam “Hocam bir insan hayvandan üstün müdür ?” diye sordu. Hoca “Elbette,bir insan ne kadar kötü de olsa hayvanda üstündür. Eğer öyle olmasaydı Allah onu hayvan suretinde yaratırdı.” dedi. Babam “Hocam, siz bir Alevinin kestiği hayvanın etini yemiyorsunuz. Kızılbaş besmelesiz kesti diyorsunuz. Elini vicdanına koy, Allah için söyle. Tazının boğduğu bir hayvanın etini yiyorsunuz. Tazı hangi medreseyi bitirdi ve hangi medresede besmeleyi öğrendi ?”dedi. Bunun üstüne Hoca “Ben kitaplara bakayım.” diyerek ayrıldı. Hoca cevabını veremediği bir soruyla karşılaşırsa sık sık “kitaplara bakayım” sözcüğünü kullanır oradan öyle kalkardı ve o konuya bir daha değinmezdi. Yine bir gün diş çektirmek için gelen bir kişi dişinin ağrısız ve rahat çekilmesi üzerine “Siz ne maharetli bir insansınız. Kaç çeşit sanatı en güzel şekilde yapıyorsunuz. Bu nasıl oluyor? ” diye sorar. Bunun üzerine İbreti “Siz kendinize bakmayın. Siz dünyaya gelir sonra kar suyu gibi kaybolur gidersiniz. Ben ise ben ise dünya kurulalı gelip gidiyorum. Her gelmemde bir sanat öğrendim, şimdi hangisi lazım olursa onu yapıyorum.” diyerek etraftakileri güldürür. İbreti nüktedan ve çok hazır cevap bir insandı. Şiirlerinden de anlaşılacağı üzere hiciv yönü ağır basardı. Çok yakın dostu olan büyük ozan Mahsuni Şerif ‘in Lütfü Kaleli ‘nin “Tanrı İnsan” adlı kitabında belirttiği gibi İbreti girdiği cemlerde dede önünde secde etmez, secdenin halılara kilimlere değil, insanın bizzat kendisine yapılması gerektiğini söylerdi. Dört kapının sonuncusu olan Hakikat kapısına biat ettiğini, insanın Allahla öz dost olduğunu, Allahın insana kendi ruhundan ruh verdiğini, insana şah damarında daha yakın olduğunu söylerdi. Kamil insanın ruhunun ebediyen ölmediğine, ruhun tekrar bu dünyaya dönerek başka bir bedende yaşamaya devam edeceğine ve insandaki altıncı hisse inanırdı. Ve bu konuda diyor ki :
İBRETİ, bu yoldan gerçekler yürür
Çağırmadan duyan bakmadan görür
Her kötü ahlâktan kendini korur
Hak ve hakikatten yırak olmazsa
Babamın yakın dostu Mahsuni Şerif’e gerçekleri olduğu gibi yansıttığı ve babamı eksiksiz tarif ettiği için teşekkür eder, en derin saygılarımı sunar ellerinden öperim. Ve yine babamın “Bir şah olsam” şiirinden yola çıkarak bu şiiri sahiplenenlere bir ders niteliği taşıyan “Tanrı İnsan” isimli kitabı ile hazırlamakta olduğumuz bu kitaba büyük katkıda bulunan araştırmacı yazar sayın Lütfü Kaleli ‘ye sonsuz saygılarımı sunar teşekkür ederim. Son zamanlarda popüler olan bazı şiirlerine sahiplenen bazı şahısların çıktını duydum. Okuyucuların bir yanılgıya düşmemeleri açısından bu hususu aydınlığa çıkartmak için ve sözümona kendini şair zannedenlerin kulaklarını çınlatmak ihtiyacı duydum. Şöyle ki, babamın şiirleri incelendiği zaman görülür ki hece, vezin, kafiye ve konu bütünlüğü hiçbir kıtada bozulmaz. Ve kendine has akıcı bir üslupla devam eder. Şiirleri komple incelendiğinde mescit, Kabe, Beytullah, fakir-zengin, cehalet, cahillik, ayrı gayrı, feza, gerçek insan gibi kelime ve kavramlar ele alındığında bunların her şiirde çeşitli biçimlerde işlendiği görülebilir. Ben en çok münakaşa mevzuu olan “Bir Şah Olsam” şiirini ele alarak, babamın şiirlerinden örnekler vererek nasıl bir bütünlük arzettiğini, adı geçen kelimelerin birçok şiirde çeşitli şekillerde nasıl vurgulandığını dile getireceğim. İddia sahipleri de aynı sözcüklerin başka şiirlerinde de vurgulandığının bir veya birkaç örneğini verebilirlerse memnun olurum. Diyelim ki biri tarihi bir binayı görsün ve bu binadan birkaç taş çalıp bu eseri inşa etmeye kalksın. Kendi kopyası ile asıl yapıtın aynı orjinalikte olduğunu iddia edebilir mi ? Hele taklit etmeye çalıştığı ustanın aynı güzellikte yüzlerce eseri varsa, yaptığı ancak kendini gülünç duruma sokmaktır. “Bir Şah Olsam” şiirinde geçen kelimeleri ihtiva eden bazı dörtlükleri gözden geçirelim.
Gerçeklerin kalbi aynadır Hakka
Beytullah gönüldür, değildir Mekke
Ne mescit isterim ne dahi tekke
İnsanlığa hizmet ibadetimdir
Kalbini her fena fikirden arıt
Aklı vicdanınla işini yürüt
Zengini fakiri yanında bir tut
Kibir, mağrur olma şeytancasına
Cemâlin görenler n’eyler cenneti
Zengine fakire kalmaz mihneti
Aşığın başında tac-ı devleti
Habibim, hünkarım sen sefa geldin
Kâbe ‘ye param yok niçin
Hak her yerde olduğu için
Bunda herhal yoktur suçum
Çünkü ben Hakka tapanım
Fezaya yol açtı ilmi bilenler
Hâlâ gaflettedir tespih sayanlar
Sonra ahirette hülle giyenler
Bizler o hırkayı giymeyenleriz
Taşa boyun eğip edilmez dua
Adem canlı Kâbe, odur Beytullah
Hakikat kapısı açılmaz asla
Bir kâmil insana ermeyenlere
Kimisi camide kimi tekkede
Kimi kilisede kimi Mekke’de
Hepimiz şaşırdık bu tehlikede
Gizlendin, sebebin sordurmuyorsun
…
Nice mazlumların başın kesen var
Pir Sultan, Mansur’u dâra asan var
Atom bomba atıp ülke basan var
Bunların haddini bildirmiyorsun
Ayrı gayrı değil kulda sırrı var
Mümin olan bunu edemez inkar
Haktan gayrı nesne görmeyiz zinhar
Bu mu göze çarpan kabahatimiz
Nerde gerçek insan varsa yârimiz
Gerçekler uğruna bütün varımız
Dönmeyiz bu yoldan, gitse serimiz
Bütün insanlığa hitabımız var
Bu yazılı örnekleri bunun kaç katı artırmak mümkün ama asıl yargıyı okuyuculara bırakıyorum. Bir şiirde birkaç kelimenin yerini değiştirerek veya birkaç kıtasını eksilterek o şiire sahip olunuyorsa herkes şair olabilir hatta en büyük şairleri bile safdışı edebilir.
Aşık Mahsuni Şerif, İbrahim Erdem, İsmail İpek, Ankara’da sazcılık yapan Dursun Aydoğan, şu anda Fransa ‘da bulunan İsmail Öksüz gibi saygıdeğer canlı şahitlerde “Bir Şah Olsam” şiirinin İbreti’ye ait olduğunu söylemektedirler. Bugüne kadar benim dışımdaki çeşitli sebeplerden dolayı babamın eserlerini bastıramamanın üzüntüsü içindeydim. Ancak son zamanlarda basılı bir eserin olmamasını fırsat bilen çeşitli kişilerin yağmacılık hareketlerini görmem fikrimi değiştirmeme sebep oldu. Bu gecikmeden dolayı okuyucuların tümünden özür diler saygılarımı sunarım.
Haydar Gürel
Ozan İbreti ‘nin büyük oğlu